9 Mayıs 2020 Cumartesi

Bugün kedim öldü. 

Beynimde sis perdesi var gibi ne hissettiğimi anlamıyorum.

Çok fazla şey düşünülmeden irdelenmeden akıp gidiyor. Kendimi bu akışa kaptırdım. Bazı insanlarla zamansız alanlar oluşturup uzun uzun konuşmak isterdim. 

Değerli olana değerini gösteremememin sancısını yaşıyorum. Siyah beyaz ayıramamamın. 

Belki de haklısındır.

27 Nisan 2019 Cumartesi

önemsizlik. durmadan savaşını verdiğim tek olgu.

Kendim uydurduğumu bilerek sık sık aklıma getirdiğim ve beni rahatlatan bir düşünce var: bu hayatı kendim seçtiğim. Öyle kararlarımı kendim veriyorum mevzusu değil. Yaşadığım yeri, doğduğum aileyi, içinde bulunduğum zaman dilimini. Sanki dışarıda bir yerde bir ben var; beni buraya koyan. Bu ben; bana en iyi koşulları sağlamak için çabalamıyor. Daha doğrusu en iyi koşullar olarak adlandıracağımız rahatlıkları. Eğer kendimin yaşamını seçme şansı verilseydi bana, ama bunu yaşayacak olan ben bundan tamamen habersiz olacak olsaydı, muhtemelen gerçek duyguları yaşayabileceğim bir yön verirdim hayatıma. Acıyı, utanmayı, keşfetmeyi, zevki, umudu ve umutsuzluğu koyardım. Yaşadığım coğrafya; zaman; aile; hepsi ortalama farklılıklar ve duygular yaşamama uygun. Tabi bu şansın bana bir kereden fazla verilme şartı da var kendi uyduruk inancımda. Çünkü bir hayata her şeyi sığdırma istencim seçimlerimi mahvedebilirdi. İşte dışarıdaki ben; benim şu anki halime seçme hakkının tanınması ihtimali. Çok büyük ihtimalle beynimin bir köşesinde, sadece bilimin dolduramadığı kör inançla bağlantılı bir yeri bu senaryo ile doldurarak rahatlıyorum. Hayatımın, milyarlarca tesadüfün bir sonucu olması yerine bir amaca yönelik belirlenmiş olması ve  bunu belirleyenin herkesin kaderini belirleyen alalade bir tanrı olması yerine öz ve öz kendimin olması rahatlatıcı. Dogmatik bir şeye inanma hakkımı bundan yana kullanıyorum.  Sanki kader inancı genlerimize işlemiş ve bunun yansımasından kurtulmak çok zor.


Bilgi havuzunda zaman zaman boğulmaya başladım. Girdiler çok fazla.


Çocuk yapmanın salt bencillik olduğunu zaten biliyordum. Fakat bunu kendi üzerimde deneyimlememiştim. Bugün yarım kalmış hayallerimin varisi olarak çocuk yapmaya sıcak bakarken buldum kendimi. Bu düşünceye sıcak baktığım başka bir an ise kendi çocukluğumla konuşma isteğimin gün yüzüne çıktığı bir andı. Bunun mümkün olmadığını fark ettiğimde kendi çocuğumla konuşmanın buna en yakın durum olacağını hissettim. Dönüp kendi 7 yaşımla konuşmak için can atıyordum. 8le 9la 10la 13le.. Keşke hep kendi yanımda olabilseydim. O zamanlar da sevgi almaktan uzak dururdum. Her şeyi düzgün yapan ve yanlış yapmaktan ölesiye korkan, uyumadan önce hep bir şeyler için affedilmeyi isteyen küçük kız çocuğu. Kendi sevgisine de mesafeli duramazdı belki. Artık imkansız ve geç kalmış bu sevgiyi kendi çocuğuma verebilirim. Ama annem de öyle düşünmüyor muydu bana bakarken, iyi geceler öpücüğü verirken. Neden olmadı o zaman. Ya ben de yapamazsam ve çocuğum da hep yalnız hissederse.


drama


Her şey yazılabilir, çizilebilir. Ama her şey yayınlanamaz. Yayınlanmamalı. Belki de hatalı olduğum noktalardan biri budur. Belki de önemsiz ve değersiz olanların yayınlanıp yayınlanmaması da kendileri gibi önemsizdir.

8 Ekim 2018 Pazartesi

  Bu kadar yazmaktan uzak duruşumu safi bir üşengeçlikle açıklayabilir miyim? Yazmak, bir nevi düşüncelerini düzene sokmak, havada uçuşan kelimeleri bir bir sahiplenmek. Bir kere yazdın mı artık inkar edemezsin. Tüm ağırlığıyla ve hafifliğiyle sana bakarlar.
 
  Twitter'da bir soru okudum. '' Eğer bir kitabın yazarı olmak isteseydin, bu hangi  kitap olurdu?'' İnsanın aklına gülerek Kur'an demek geliyor. Din meselelerini kendine iş edinmiş, bir şeylerin ispatında biri, sanki en muzip cevabı o bulmuş gibi hemen bu cevabı verebilirdi. Hayır o kişi ben değilim. Ayrıca dili ve anlatım şekli beni hep boğmuştur. Belki Spinoza'nın Etika'sını söylerdim bir hevesle. Ama bu durum Kur'an'dan farklı olmazdı belli açılardan. Tutunamayanlar'ı düşündüm. Sonuçta en sevdiğim romanlardan biri. Ama bana hep hüzün vermiştir. Bu hüznün kaynağı olmak istemezdim. Sefiller'i öyle çok severdim ki. Şimdi kitabı çok az hatırlıyorum. Peki ya Faust? Hayır, bunlar bütünüyle özümseyip keşke bunu ben yazmış olsaydım diyeceğim eserler değil. Kitaplarımı düşününce onlardan maddi olarak uzak olmak beni bir miktar rahatsız ediyor. Şuan kullanılmayan bir evde, meyve kasalarının içinde benim gelecek rotamı bekliyorlar.  Onlara su değmesinden, fare kemirmesinden, güve gelmesinden çok korkuyorum. Onlara madden bu kadar bağlı olmam ama bazı kitapların neler anlattığını kısmen hatırlamam kendimi sorgulamama itiyor. Virginia Woolf'un Kendine Ait Bir Oda isimli kitabından sonra erkek yazarların pencereleriyle ve yazım diliyle aramdaki uyuşmazlığı fark etmem; ister istemez kendimi özdeşleştireceğim eserin sahibiyle de aramda benzerlikler aramama neden oldu. Belki doğru kitabı yeterince okumadım. Yahut doğru kitapla karşılaşmadım henüz. Diğer bir çok şeyle karşılaşmadığım gibi.

21 Şubat 2018 Çarşamba

5 ışık yılı

12.12.2019
Şimdi şubatta yazıp taslak olarak kaydettiğim nota kısa bir bakış atacağım. Öncelikle bunu yazan Tuğçe'ye epey yabancıyım. Bazen geriye gidip kendimi teselli edesim geliyor. Bu kadar belirsizliği yüreğinde taşıyan sensin. İnsanlardan ve hayattan ne isteğini bilmeden attığın adımlar hem onlara hem sana zarar verdi. İnsanlar sana yerini sormakta haklılar Tuğçe. Onları yerleştirememenin paniğini bir mide yanması olarak hissediyordun belki. Miden fokurduyordu. Yalnız kaldığın zamanlarki kısacık rahatlaman, sonra amansızca diğerlerinin gözünde kendini arayışın. Girdiğin döngüler ve her seferinde biraz daha yıpranman biraz daha eksiltmen. Sanki beyninde bir parazit vardı giderek büyüdü yıllarca, giderek pençelerini daha çok sapladı ve sevmek de sevilmek de sağlıksız arayışlardan başka yüzünü göstermedi. Parazit ne zaman gitti bilmiyorum. Ben sürüklenmeyi tam olarak ne zaman bıraktım? Artık elimde bir kalem var ve geleceğimin inşası benim elimde gibi hissediyorum. Artık verdiğim kararların sorumluluğunu kendimden başka her şeye yüklemiyorum. Karar vermekten korkmuyorum. Bunun yanında artık insanlardan da korkmuyorum. Benden çalacakları bir şeyim yokmuş. Yıllardır bu kadar kendimde hissettiğim bir dönem olmamıştı.


20.02.2018
-Peki sen benimle neden bu kadar konuşuyorsun? -Seninle konuşurken Dünya'dan ayrılıyoruz başka gezegene gidiyoruz. Ama Mars falan değil, Dünya'nın nokta kadar kaldığı bir gezegene.Sonra orada birlikte oturup Dünya'yı konuşuyoruz saatlerce, hiç sıkılmadan. Beni burdan alıp götürmeni seviyorum.

Sen beni, seni dünyadan uzaklaştırdığım için seviyorsun. Oysa ben o uzak gezegende olduğum için sevmeyi öğrenemiyor olabilirim.

Ben hep o uzaktaki gezegendeyim Derya. Hiçbir şeyin içinde hissedemiyorum. Belki birkaç kez dünyaya yaşamaya indiğim zamanlar oldu. Ama arkama bakmadan geri dönmek zorunda kaldım. Ben dünyada yorumcuyum. Aktif rol alamıyorum feyyazın aksine. Bazen o kadar çok yorum yapıyorum ki benim orada yaşadığımı sanıyorlar. Ben bile öyle sanıyorum bazen. Sonra yaşamla ilgili sorular geldiğinde afallıyorum. Bizden ne istiyorsun diyorlar. Yakalandın çabuk söyle! Ben sadece hayatlarınızı gözlüyordum gerçekten, bir şey istemiyorum. Öylece bakıp gidemezsin. Gidiyorum işte. Arkamdan bağırıyorlar; cesaretin yok, yaşamaya cesaretin yok, kaçma! Yüzleşeceğiz! Anlamıyorum.

Bir şeyler sakladığım için, korktuğum için sessiz kaldığımı düşünüyorlar. Ben anlamadığım, neyin içinde olduğumu anlamlandıramadığım için konuşmuyorum. Sen bana anlamadığım sorular sorma.

Ben senin gezegeninde neredeyim diye soruyorlar. Herkes kendine Tuğçe sinemasında bir koltuk bulmaya çalışıyor. Bağırıyorlar; benim yerim nerede çabuk göster! Panikliyorum sonra herkes çıksın sinema salonumdan istiyorum. Yeter beni bu kadar izlediğiniz. İzlenecek bir şeyim kalmadı, bütün Tuğçe'lerimiz tükendi, kapatıyoruz.








Alıntı

Harvard psikologlarından Daniel Gilbert‘in, insanların tamamlandıklarını düşündükleri, ancak yapımlarının hala devam ettiği yönündeki nüktedan ve zekice gözleminden on yıllar önce, Warren gençler arasındaki kültürel bir trende kafa tutmaktaydı: “Her şeyden uzaklaşıp” kendilerini bulmak için işe veya okula ara verme trendi. Şöyle yazıyordu Warren:
“Bu ifadede [“kendini bulmak”] benlik, önceden var olan bir öz; zamanın ve değişimin ötesindeki mistik bir alemde bulunan bir idea olarak öz şeklindeki Platon düşüncesini çağrıştırır (…) Absürtlüğün özü de [burada], çünkü benlik asla bulunamaz, benlik yaratılmalıdır. Pasif, şen bir tesadüf değil, binlerce eylemin ürünüdür; büyük ya da küçük, bilinçli ya da bilinçsiz, “her şeyden uzakta” değil “her şeyle” yüz yüze, iyi ya da kötü, boş zamanda değil, hem çalışırken hem de dinlenirken…”




"Kendini savunmanın en iyi yolu onlara benzememektir. "
Stoa filozofu Marcus Aurelius

18 Ekim 2017 Çarşamba

Üzülebilmek. Üzüldüğünü anlayabilmek. Layıkıyla üzülebilmek. Gözyaşını durdurmaya çalışmadan, daha fazla ağlamayı tetiklemeden. Kararınca, gereğince.

Sevinmek. Biteceğinden korkmadan, daha fazlasını istemeden. Gözlerinle sevinmek.

Sevmek. Korkuyu getirmeden.


nefretten mi beslenmek sevgiden mi. gözlerini kısıp uzaklara bakan mı olmak, gözlerini kocaman açıp yamacındakine gülen mi.


Kitaplara sinirlendim okumayacağım. telefona internete her şeye. Input'u durduruyoruz süleyman.

13 Ekim 2017 Cuma

aylık alıntı

'' Özgürlüğüyle tüy gibi hafif ve belirsizliğiyle kurşun gibi ağır önümüzdeki uzun ve şekillendirilmemiş onca zamanla ne yapılabilir ve ne yapılmalıdır?''   Lizbon'a Gece Treni


''Kanunlar çıkarırsınız benim açıklamalarımda olduğu gibi: herkesi her şey yaparsınız kimseye danışmadan ve anayasaya uygunluğuna bakmadan: zorlamadan uyulacak kanunlar yaparsınız. Dairedeki memuru mühendis yaparsınız. İçinizde hiçbir acılık birikmez. Ne bırakılmış olmanın, ne anlaşılmamanın, ne yaşamamanın, ne de baştan yaşayamamanın acısı düzeninizi bozmaz. Düşünmeden kapılırsınız olaylara. Sonu ne olacak diye korkmazsınız. Sonu yoktur ki...Sonu gelmez şövalye romanları gibidir bu yaşantı: en zor anlarda daima açık bir kapı bulunur girip saklanacak. Ne
gördün bütün kapıların birer birer kapandığı bu dünyada? Hangi kusurunu düzeltmene fırsat verdiler? Son durağa gelmeden yolculuğun bitmek üzere olduğunu haber verdiler mi sana? Birdenbire: “Buraya kadar!” dediler. Oysa, bilseydin nasıl dikkatle bakardın istasyonlara; pencereden görünen hiçbir ağacı, hiçbir gökyüzü parçasını kaçırmazdın. Bütün sularda gölgeni seyrederdin.
Üstelik, daha önce haber vermiştik, derler onlar. Her şeyin bir sonu olduğunu genel olarak belirtmiştik. Yaşarken eskidiğini ve eskittiğini söylemiştik. Sevginin ölümünü her pazar çanlar çalarak ilan etmiştik. İşte onların kanunları böyle. Bizimkilere benzeyebilir mi hiç? Şehrin duvarlarına sırayla üç kere ilan asıyorlar: sevginize dikkat! Dördüncüde ilan ve sevgiyi kaldırıveriyorlar. Onlarla başa çıkılmaz Turgut. Ben çıkabildim mi?''    Tutunamayanlar



“Benim anlamadığımı mı sanıyorsun? Var olmayı boş yere hayal etmek... Olur gibi görünmek değil, var olmak. Uyanık olduğun her an tetikte...  Başkalarına karşı sen ile yalnızken ki sen arasındaki uçurum...  Baş dönmesi ve sürekli açlık, açığa vurulmak için. Ele geçirilmek, eksiltilmek ve hatta belki de yok edilmek... Sesinin her tonu yalan, her davranışın aldatmaca.  Her gülümseme aslında bir yüz ekşitme.  İntihar etmek? Hayır. Fazlasıyla çirkin. Sen yapmazsın.  Ama hareket etmeyi reddedebilirsin, konuşmayı reddedebilirsin. O zaman en azından yalan söylemezsin. Böylece düşünceye dalıp, kendi içine kapanabilirsin. Artık rol yapmaz, herhangi bir maske takmaz ve yalancı davranışlarda bulunmamış olursun. Sen öyle sanırsın. Ama gördüğün gibi gerçeklik inatçıdır, bizimle dalga geçer. Saklandığın yer su geçirmez değildir. Yaşam dışardan sızar içeri ve tepki vermek zorunda kalırsın. Hiç kimse bunun gerçek olup olmadığını, sen içten misin yoksa yapmacık mısın diye sormaz . Bu sorunun yalnızca tiyatroda bir önemi olabilir. Belki orada bile önemli değildir. Seni anlıyorum Elisabeth, susmanı anlıyorum. Hareket etmemeni anlıyorum. İsteksizliğini fantastik bir sisteme bağlamışsın. Anlıyor ve hayranlık duyuyorum. Hevesin geçene, tüm ilgin bitene kadar bu oyunu oynaman gerektiğini düşünüyorum. O an geldiğinde, tıpkı diğer rollerini bıraktığın gibi bunu da yavaş yavaş bırakırsın.”    Persona ( Ingmar Bergman )



'' Başından beri, yanlış anlaşılmaya yer vermekle, imkan bırakmakla, iyi yapan: insan gülebilir de: -Ya da tümüyle kurtulabilir onlardan, bu iyi dostlardan - güler yine de! ''  İyinin ve Kötünün Ötesinde (Nietzsche)